24 Mayıs 2012 Perşembe

üzülmeye gerek yok


Amelié dünyanın en güzel filmi,
denizden çıkan midye,
kitaplığımızda okuyacağımızdan fazla kitap,
anne ve babamız,
annelerimiz yemekleri,
keşfedilecek bunca yer,
dinlenecek bunca müzik,
izlenecek bunca film,
yenecek bunca yemek,
okunacak bunca kitap,
anlatılacak bunca şey,
tanınacak bunca insan,
sevilecek onca dost,
gülünecek bunca şaka,
gerçekleşecek onca hayal,
hatırlanacak onca anı,
yaşanacak yıllar,
Londra diye bi şehir,
Central Park diye bir yer,
renkli kazaklarım,
puantiyeli çoraplarım,
kısa bodur tırnaklarım,
dolabımdaki etiketler,
papatyalar,
eski dolaplar,
eski masalar,
eski fotoğraflar,
analog kameralar,
eski arabalar,
bol t-shirtler,
balonlar, baloncuklar,
rahat pijamalar,
yaşama sevinci,
ilkbahar,
sigaralar, nargileler,
babayla içilen rakılar,
tatilde gidilen balıkçılar,
yüzükler,
şapkalar,
trenler,
güneşin doğuşu,

var olduğu sürece, üzülmeye gerek yok.


15 Mayıs 2012 Salı

Stefan striked me again :*

Ahh Vampire Diaries bi sezon daha geride bıraktı. Ama ne sezondu fena sezondu harbi iyi sezondu. Gerçi eskisi gibi bir manyaklığım kalmadığı için 18.bölümde bırakmıştım izlemeyi, sezon finali yaptığını bile bilmiyordum. Sonra sevgili senacım spoiler vere vere anlatınca izledim.

Efenim madem sezon finali yaptı diyoruz, o zaman bi Vampire Diaries postu yapmak boynumuzun borcu, alnımızın yazısı. Bu yazı tamamen benim bir Damoncu'dan Stefancı'ya dönüşmemle ilgili. Kişisel tercih olarak her zaman bir Team Klaus'um. Hayallerim erkeği, mükemmel insan, o bir İngiliz ve benim için bi erkeğin gelebileceği en mükemmel nokta :*. Ama Stefan-Damon olayına gelirsek, evet koyu bir Damoncu daha doğrusu Ian'cıydım. Şimdi düşünüyorum da adama gerçekten hastaydım. Hatta Afet-i Devran adlı, ona adanmış bir yazım bile var. Ammavelakin, dandik oyunculuğundan, yapma mimiklerinden hatta kaşlarından bile olabilir, kendisi artık o kadar çekici değil. Ama Stefan öyle mi efenim. Yazının devamında bunu açıklıyciim.


Beni Stefancı yapan 3 sebep var diyebilirim. Biraz feşistçe ama bu böyle.Dizideki karakteri otu boku siktiret. Banane dizi o. Stefan'ı Stefan yapan gözleri, dudakları, çenesi ve vücudu :*. Adam o kadar iyi ki, böyle bi sevgilim olsun gerçekten gerçekten isterdim. Çok erkeksi ve oo yea çok seksi. İşte o üj ayrıntı.

Gözler


Rengini açık mavi, yeşil gibi olan bu gözler i-na-nıl-maz. Bi kere mükemmel bi bakışı var ve çok etkileyici.

Dudaklar


Kalın ve dolgun zaten ona lafım yok ama konuşurken ve gülerken mükemmel bir şekil alıyo, dudaklarını muhteşem yapan da bu zaten.

Çene

Çenesini ayrıntılı bir şekilde resim haline getirecek değilim tabi. Önce söylemeliyim ki çok seksi bi çenesi var. Köşeli, sivri ve çok erkeksi. Beni en çok etkileyen yeri de orası.Oyş.


Vücut

Ah her şeyim mükemmel olduğu o diyar. Stefan'ın vücudu da ordan gelmiş. I'M SEXY AND I KNOW İT, I WORK OUT, GİRL LOOK AT THAT BODY diye bağırıyo resmenn.









Ayrıca adam tatlı lan daha ne olsun.







Stefan postu bu kadar. Yeter de artar. Taş herif. Tüm dizilerin yeni sezonuna kadar bi uğraş bulun. Hobi edinin, köpek alın ne biliyim ben. Hadi si yu.







11 Mayıs 2012 Cuma

Hayvan Çiftliği Kitap İncelemesi



Tüm hayvanlar eşittir. Bazıları daha eşittir.
Geçen akşam, deli gibi Matematik yazılısına çalıştım. Duş alıp yatacaktım ama böyle gecelerde kolay kolay uyuyamıyorum. Yatmadan önce biraz kitap okuyum dedim. Henüz bitirmediğim onca kitaba baktım. Chuck Palahniuk'tan Tıkanma-ki aslında sevmiştim de tamamen yanlış zamanlama yüzünden okumayı bıraktım- tekrar elime almak gelmedi içimden. Tami Hoag, Ölümden Daha Derin-bir zamanlar polisiye roman hastası olan ben, nedense artık o kadar ilgi duymuyorum bu tarza. Aslında kitabın konusu güzel gibiydi ama çeviriden midir nedir, bu kadar bayağı olan anlatım tarzı içimi daraltıyor- ve Leo Buscaglia'dan 9 Numaralı Otobüsle Cennete- yıllardır kitaplıkta bu roman, çocukluğumdan beri. O zamanlar kapağı ve adı çok ilgimi çekerdi. Geçenlerde yine dikkatimi çekti, okumaktan zevk alacağıma emindim neredeyse ama kişisel gelişim kitabı misali tek ağızdan anlatım ve seni dünyanın iyi bir yer olduğuna inandırma çabası içindeydi-. Sonra ablamın Ankara'dan alıp alıp Niğde'ye gelince bana verdiği kitaplara baktım. İnce ince yan yana duruyorlardı. Genelde Can Yayınlarından olur bu kitaplar ve klasiktirler, hep önemli şeyler anlatırlar. Hayvan Çiftliği'ni aldım elime.

Önce gelenektir, arka kapağını okudum. Sonra kitabı açıp George Orwell ve tercüman Celal Üster'in hayatını. Önsözünü okuduğum ilk kitap Hayvan Çiftliği. Bunca yıldır atlayıp, " ehe, kitaba on sayfa ileriden başladım " dediğimiz önsözler çok şey anlatıyormuş meğer bunu fark ettim. Bundan sonra tüm kitapların önsözünü okuyacağım. Önsözde, Celal Üster'in gözünden George Orwell ve Hayvan Çiftliği anlatılmış. Kitabı daha iyi anlamak için o kısmı okumak şart.

Hayvan Çiftliği'ne gelirsek, II. Dünya savaşı dönemini bizzat yaşamış, solun en tartışılır isimlerinden biri olan George Orwell'in, reel sosyalizmi tüm gerçekliğiyle eleştirdiği bir peri masalı. Kitabın en sevdiğim yönü de buydu zaten, Orwell kendisininkiyle aynı ilkeden gelme hayat görüşüne sahip insanları korkusuzca eleştirmiş, inandığı savunduğu şeyin aslında bu olduğuna inanmamış. Sol görüşü eleştiren bir solcu olarak, çok objektif olmuş. Kitap, o dönemin Sovyet Rusya'sına ve tabi ki Stalin'e yönelik bir eleştiri.

Beylik Çiftliği, bir çok çiftlik gibi hayvanların gece gündüz çalıştığı, tüm ürün ve emeklerini insanların aldığı, karşılığında çok azıyla yetindiği bir çiftliktir. Çiftliğin sahibi Mr.Jones zalim,alkolik birisidir. Bir gün çiftliğin en yaşlısı ve en saygı duyulan kişisi Koca Reis adındaki domuz, tüm hayvanları ahıra toplar ve onlara gördüğü bir rüyadan bahseder. Bu rüyada İngiltere'nin tüm hayvanları, insanların olmadığı bir toplumda yeşil kırlarda gönüllerince koşup, oynarlar ve tüm emek ve ürünleri sadece onlara aittir. Hiç çalışmayıp, sadece hayvanların tüm ürün ve çabalarını sömüren insan ırkının olmadığı, mutluluk dolu bir ütopyadır burası. Koca Reis, hayvanlara artık böyle yaşamak zorunda olmamalarını söyler ve örgütlenme çağrısı yapar. Tüm hayvanlara özgürlükleri ve emekleri için savaşmalarını söyler. Ve, bir zamanlar tüm hayvanlar arasında söylenen ama artık unutulan bir şarkıyı, İngiltere'nin Hayvanları şarkısını herkese söyler. 3 gece sonra Koca Reis huzur içinde ölür. Bu sırada, Koca Reis'in anlattığı özgürlükçü düşünce tüm hayvanlar tarafından benimsenmiştir, sadece kimse bu isyanın ne zaman başlayacağını bilmemektedir ve çoğunun da başlatma cesareti yoktur. Bir gün, çiftlik çalışanları uykularından uyanamayıp hayvanlara yemlerini vermeyi unutunca, hayvanlar ambarın kapısını kırar ve yemek yemeye başlar. Bunun üzerine Mr.Jones ve çalışanlar ambara gelip hayvanları kırbaçlamaya başlarlar. Bu bardağı taşıran son damla olur ve plansız bir şekilde ilk ayaklanma orada başlar, Mr.Jones ve çalışanlar çiftlikten atılır. Bundan böyle Beylik Çiftliği adı değiştirilir ve Hayvan Çiftliği kurulur. Mr.Jones'a ait ne varsa büyük bir ateşte yakılır, evi hariç. Evin müze olarak korunması kararı alınır. Tüm hayvanların en zekisi olarak bilinen domuzlar, liderlik vasfını hemen üzerlerine alırlar. Domuzlardan iki tanesi diğerlerinden daha çok dikkat çekmektedir, Snowball ve Napoleon. Çiftlik için Yedi Emir ve temel ilke oluşturulur. Bunlar;

  1. İki ayak üstünde yürüyen herkesi düşman bileceksin.
  2. Dört üstünde yürüyen ya da kanatları olan herkesi dost bileceksin.
  3. Hiçbir hayvan giysi giymeyecek.
  4. Hiçbir hayvan yatakta yatmayacak.
  5. Hiçbir hayvan içki içmeyecek.
  6. Hiçbir hayvan başka bir hayvanı öldürmeyecek.
  7. Bütün hayvanlar eşittir.
Çiftlikte işler yolunda gitmektedir. Tüm hayvanlar her birlikte çalışıp, o yılın hasadını yaparlar. Artık sadece kendileri için çalıştıklarını bilmek onlara büyük bir mutluluk ve azim vermektedir. Öte yandan Snowball ve Napoleon birbirlerine tamamen zıt iki karakterdir. Snowball yenilikçi, hayvanlara hizmet etmeyi ilke edinmiş bir domuzdur. Onlara okumayı öğretmeye çalışır, çiftliğin daha verimli olması için yollar arar. Kitaplar okuyarak zanaat ve bilim öğrenir. Çiftlikteki işleri kolaylaştırmaya çalışır ve bir yel değirmeni projesi vardır. Napolensa tam tersi bir şekilde, belli bir şekilde ayrımcılık isteyen ve kimseye belli etmeden diğer hayvanların haklarını yiyen bir domuzdur. En başından beri gözü Mr.Jones'ın eski yerinde yani çiftliğin sahipliğindedir. Elmaları ve ineklerin sütlerini kendine ayırır ve yönetimi ele geçirmek için, yavru köpekleri kendine hizmet eden vahşi köpekler haline getirir.

Biraz uzun bir giriş yapmış olabilirim ama, kitabın anlaşılması için bu kadarını anlatmam gerekiyordu.

Kitap hakkındaki diğer ayrıntılara gelirsek, benzetmeler ve kara mizah çok güzel bir şekilde işlenmiş. Mr.Jones, emperyalist yönetimi, Napoleon Josef Stalin'i, hayvanlarsa halkı temsil ediyor. Kimilerine göre, Snowball Leon Troçki'yi, Koca Reis Karl Marx veya Vladimir Lenin'i, komşu çiftlik sahipleriyse Almanya ve İngiltere'yi temsil ediyor. Sosyalizmin uygulanmasına ve zamanla karşı çıktıkları şeye dönüşen liderleri anlatan çok güzel bir kara mizah. Zamanla domuzlar yatakta uyumaya, içki içmeye, kıyafet giymeye, dış dünyayla ticaret ilişkisine girmeye, iki ayak üzerinde yürümeye ve hayvan öldürmeye başlıyorlar. Hayvanlarsa buna asla karşı çıkamıyor çünkü içlerinde hem Mr.Jones'ın geri gelme korkusu, hem Napoleon'un köpeklerinin korkusu var hem de cahil kaldıkları ve çoğu da okuma yazma öğrenemediği için yapabildikleri tek şey liderlerinin doğruyu bildiğine inanıp, tüm güçleriyle çalışmak. Ayrıca domuzlar tarafından yavaş yavaş geri getirilen emperyalist yönetim, çok güzel bir şekilde kabul ettiriliyor. Örneğin Yedi Emir;

  1. Dört ayak iyidir, iki ayak daha iyidir.
  2. Hiçbir hayvan sebepsiz yere öldürülemez.
  3. Hiçbir hayvan çarşaflı yataklarda uyuyamaz.
  4. Bütün hayvanlar eşittir, bazıları daha eşittir.
şeklinde değiştiriliyor. Diğer emirler de zaten zaman içinde unutulup gidiyor. Kitap aslında yönetim şeklinin önemsiz olduğuna, önemli olanın halkların örgütlenmesine ve kendi güçlerinin farkına varması gerektiğine dikkat çekiyor. Çünkü liderler halksız, halklarda lidersiz hiçbir yere varamaz. Önemli olan halkın liderini kontrol edebilmesi ve kendi haklarını gözetmesidir.

Kitapta bi kaç can alıcı nokta vardı ki yazmadan geçemiycem. 

Koyunlar: Koyunlar edebiyatta her zaman sürü psikolojisi ile anılmış, kitapta da bu şekilde konu edilmiştir. Yedi Emir'i hiç öğrenememişlerdir ve bu yüzden Snowball onlara tüm emirleri kısaca "dört ayak iyi, iki ayak kötü" olarak öğretmiştir. Bu sloganı o kadar sevmişlerdir ki, neredeyse her toplantı da hep bir ağızdan söylemektedirler. Yönetim değişince, Squealer adlı domuz onları gizlice bir araya toplar ve yeni sloganı öğretir " dört ayak iyi, iki ayak daha iyi".

Boxer'ın ölümü: Boxer, biraz salak olmasına rağmen, çiftliğin en sadık ve güçlü hayvanıdır. Mr.Jones'ın gidişinden sonra, yönetimi hiç sorgulamamış, yel değirmeninin yapımında da canla başla en çok o çalışmıştır. hiç söylenmemiş ve her zaman Napoleon haklıdır demiştir. Ama çok yorgun düşüp, hastalanınca kasabın yolunu boylamıştır.

Değirmen'in patlatılışı: Diğer çiftçiler, çiftliğe bir saldırı da daha bulunurlar ve bu sefer yarısından çoğu bitmiş olan yel değirmenini patlatırlar. Celal Üster önsözde bu bölümle ilgili ilginç bir hikaye anlatmış. George Orwell, kitabını yayıncısına gönderdikten sonra Sovyet Rusya'daki yönetimden memnun olmayan bir arkadaşıyla konuşur. Arkadaşı her şeye rağmen Rusya'yı Alman boyunduruğundan kurtaranın Stalin olduğunu, Moskova Kuşatması boyunca şehri terk etmediğini söyler. Bunun üzerine Orwell, yayıncısını arayıp kitapta küçük bir değişiklik yapmak istediğini söyler.Yel değirmenin patladıldığı bölümdeki "Güvercinler havaya uçuştular, Napoleon da dahil bütün hayvanlar kendilerini karınüstü yere atıp yüzlerini kapattılar." cümlesi "Güversinler havaya uçuştular. Napoleon dışında bütün hayvanlar kendilerini karınüstü yere atıp yüzlerini kapattılar." şeklinde muzip bir şekilde değiştirilip, bir kelimeyle çok şey anlatılmıştır. Ayrıca bu savaştan sonra domuzların zafer kutlaması da önemli bir ayrıntıdır.

Final: Kitabın en ünlü kısımlarından olan final sahnesi, hiç kuşkusuz en etkileyici kısımlarındandır. Domuzlar, işbirliği içinde oldukları insanları çiftliğe çağırırlar ve hep birlikte kağıt oynayıp, içki içerler. Ve bu sırada kurdukları güzel ortaklıktan bahsedip, birbirlerine övgüler yağdırırlar. Bay Pilkington'un söylediği "Sizler aşağı kesimden hayvanlarınızla uğraşmak zorundasınız, bizler de bizim aşağı sınıftan insanlarımızla uğraşmak zorundayız." esprisi ve "Dışarıdaki hayvanlar, bir domuzların yüzlerine bir insanların yüzlerine bakıyor; ama onları birbirinden ayır edemiyor." bitişi, final kısmını unutulmaz yapanlardan.

Çok uzun anlatmış olabilirim ama, kitap beni çok etkiledi hiç kuşkusuz. Bu yazıyı sonuna kadar okuyan herkesin, kitabı okumasını da isterim. Çünkü objektif olmanın zor olduğu bir dünyada, bu tarz eserler es geçilmemeli.



4 Mayıs 2012 Cuma

Özel olduğunuzu düşünmeyi bıraktığınız anda, özgür olursunuz.


Nothing of me is original. I am the combined effort of everybody I've ever known.
Hiçbir şeyim bana özgü değil. Tanıdığım herkesin karma bir eseriyim.
                                                        Chuck Palahniuk, Invisible Monsters-Görünmez Canavarlar 

Yukarıdaki bilge sözler benim favori yazarım, Chuck Palahniuk'a ait. Kendisi ayrıca Dövüş Kulübü'nün yazarı.

Tüm yazarların, posterlerin, ilham kaynaklarının, hayat değiştiren hikayelerin bize ne kadar özel olduğumuzu söylemesinden bıkmış durumdayım. Çünkü bu bi saçmalık. Neyimiz özel? Sinirli biri misin, ya da neşeli, şakacı, komik, arkadaş canlısı ya da huysuz, aksi, zeki, salak, küskün, aşık. Tam olarak sen neysin? En belirgin özelliklerin neler?  Annene mi benziyorsun ya da babana mı? Tahmin et bakalım! Senden önce milyonlarca insan kızgın, neşeli, komik, zevkli, eğlenceli, güzel ya da aksiydi. Bi kısmı annesine bi kısmı babasına benziyordu. O zaman seni bu kadar özel yapan ne? Dünyadaki 6 milyar insandan seni farklı kılan ne? Bu kadar özelsen, neden istediğin hayatı yaşamıyosun? Neden tüm fırsatlar gelip seni bulmuyor, neden kimse sendeki ışığı görmüyor?

Elbiseni tersten mi giyiyosun, patates kızartmasını pudinge mi daldırıyorsun, arabanı ters şeritte mi sürüyorsun? Hayır. Elbiseni normal giyip, patates kızartmasını ketçaba daldırıp, arabanı herkes gibi sürüyorsun. O zaman seni orjinal yapan ne?

Herkeste olan özelliklerin sen de toplanmış olması seni özel yapmaz. Sadece bir kombin yapar, bir birleşim, bir karışım.Kurallara uymaktan asla vazgeçmiyceksen, bu farklı olma çabası niye?

Dünyada önemli olan tek şey farklı olmak mı? Kalabalıktan biri olunca, tüm değerlerini kayıp mı ediyorsun? O zaman bil bakalım, SEN ZATEN KALABALIKTAN BİRİSİN. Hepimiz öyleyiz. Benim yaptığımı sen de yapıyorsun, 100 yıl önce de biri yaptı, 100 yıl sonra da biri yapacak. Değişen tek şey modalar olucak, ama insanlar hep aynı kalıcak.

Dünya koca bi kalabalıktan ibaret, mutsuz bi kalabalık. Farklı olmak istiyorsan, buna mutlu olmakla başla. Kıyafetlerin, evin, araban, saçların, bahçen, mobilyaların, çocukların, alışkanlıkların seni asla farklı yapmaz. Ama mutlu yapabilirler.

Her insanın seçim hakkı vardır, farklı olmak uğruna değil, mutlu olmak uğruna seçim yap. Farklılığı işte o zaman kazanırsın.